You are currently viewing Koyunlar Yukarı Bakar / John Brunner / İthaki

Koyunlar Yukarı Bakar / John Brunner / İthaki

İlk Basım Tarihi: 1972

Çeviren: Cenk Pamay

… Austin, ona taktıkları komi lakabını bin kat yeğlerdi. Hiç değilse kendini ifade etmek için kullandığı komensalist teriminin kısaltması gibi duruyordu.  terimi şöyle açıklardı hep: “Sen ve senin köpeğin ve köpeğin sırtındaki pire ve inek ve at ve kır tavşanı ve tarla sincabı ve ipliksi solucanlar ve terliksiler ve spiroketler; hepimiz sonunda aynı masada oturuyoruz. Ancak bu, insanların ona vatan haini diye bağırmasından bıkıp usandığında ortaya attığı bir tartışma konusu olmaktak öteye gitmezdi hiç.

(Sayfa 36, 37)

    Evet, Decimus’ın itibarını zedelemek için yapılmıştı kesin. Kesin. Gözlerinde dolar işareti olan birbirinden farksız bu basmakalıp, plastik insanlar; yarı mahvolmuş gezegenlerini, bir kader mahkûmu gibi içine doğduğu delikten tırmanıp çıkan hiç kimseyle paylaşmaya katlanamıyorlardı. Hukuk tahsilini yarıda bırakmış bir zencini ya sokak kavgasında ölmesi ya da daha iyisi, hapishanede çürümesi gerekirdi. Onun zenciler tarafından sevildiği gibi beyazkar tarafından da sevilen bir doktor ya da din adamı olması – bu midelerini bulandırıyordu işte!

  (Sayfa 38)

 … Leonard toprak yumrusunu söktü ve onu ellerinde parçaladı. Ortaya çıkan beş santim boyundaki heyecanlı mahlûk, ilk bakışta yersolucanına benzemiyor değildi ama rengi mavimsi kırmızı, bir ucuna doğru hafif kalın, ayrıca incecik kılları vardı, üstelik herhangi bir yersolucanından daha hareketliydi. 

(Sayfa 42)

      Page: Şimdi tüm bunlar epey tedirgin edici, doğru değil mi? Birçok kişide Çevre Yasaları’nın yürürlüğe sokulmasından beri işlerin daha iyiye gittiğine dair bir izlenim var. 

    Quarrey: Malesef bu bir… eee… göz yanılması, doğrusunu söylemek gerekirse. Evvela bu yasalar yeterince dişli değil. İnsanlar her türlü erteleme, muafiyet, icra tehiri talebiyle yakayı sıyırabiliyor ve elbette, yeni regülasyonlardan ötürü kârları azalacak şirketler, bunlardan kaçabilmek için mümkün olan her vesileden faydalanıyor. Bir diğer nokta da şu ki bizler eskiden olduğu kadar tetikte değiliz. Birkaç sene önce kısa soluklu bir telaş rüzgarı esti ve dediğiniz gibi Çevre Yasaları çıkarıldı ve bizler o zamandan beri arkamıza yaslanmış, durumun çaresine bakıldığını varsayıyoruz, oysa gerçekte böyle değil.

(Sayfa 45, 46) 

Nerede ağlayan bir çocuk, nerede ağlamayacak kadar güçten düşmüş çocuklar varsa… Nerede bir ana, bir daha ağlayamayacak evladı için yas tutuyorsa…

       Salgın, açlık, savaş felaketi mücadelesi altında ezilen insanlar her neredeyse …

             BİZ ORAYA UMUT GÖTÜRÜYORUZ.

 Ama bunu sizin yardımınız olmadan yapamayız. Bugünlerden bizi düşünün. Vasiyetinizde bizi hatırlayın.Dünyanın en büyük yardım kuruluşuna bağış verin:  KÜRESEL YARDIM ÖRGÜTÜ.

     *  Tüm bağışlar bütünüyle vergi indirimine tabidir.

(Sayfa 52)

… Adamın yürüyüşüne eşlik etti ve boyu bir yetmiş sekiz gibi ortalama uzunlukta olan biri için fazla uzun olduğunu iyi hatırladığı adımlara ayak uydurdu. İnsan Austin Train’in huzurundayken günahların acısı kaslarında çıkıyordu sahiden.

(Sayfa 59)

    Gökyüzünün, toprağın, insan tenlerinin siyahlığı bir izdiham gibi üstüne üşüşmüş, zihnini Afrika büyüklüğünde bir işkence odasına çevirmişti.

(Sayfa 69)

    “İleride birisi, meyvelere sıkılan böcek ilaçları yüzünden türemiş bir haşere manolyalarını yiyor diye bir daha şikâyet ederse, ona şunu hatırlatın ki meyve kurtlarının  temizlenmesiyle ona sağlanan zengin besin kaynağı olmasa, manolya bahçesi yetiştirmekten çok daha başka dertleri olurdu. Arif olan anlar.

Hürmetlerimle,

T.M. Grey

Prof. ve Yük. Lis.”

(Sayfa 103)

     Cehennemi henüz  görmeden önce tadına bakmak gibiydi bu. Işığı küfür kadar sert ve şiddetli aydınlatma kuleleri, yerde sürüklenerek tehlikeli kar tümseklerinin üstüne çekilmiş, bağlı oldukları acil durum jenarötörleriyse aşırı yükten şikâyet edercesine, gıcırdayan dişleri andıran bir gürültüyle havayı dolduruyorlardı.

(Sayfa 105)

     İnsanların muktedir olduğu tüm günahlar arasında, Austin Train en çok ikiyüzlülükten nefret ediyordu.  Hemen hemen üç sene öncesine dek, MS 3000 Kılavuzu adlı eserinin basılması üzerine adının çıktığı  sürece kadar bunu fark etmemişti. O zamana kadar orta karar başarıların tadını çıkaran bir insandı; kitapların bir kısmı ciltsiz olarak yeniden basılmış, gitgide endişelenen bir toplumun dikkatini çekmeyi başarmıştı ama tüm bunlar sönük başarılardı. Derken ansızın, neredeyse bir gecede ünlü olmuş ve televizyon röportajlarının gözdesi hâline gelmişi popüler dergilere yazması için teklifler yağmış, hükümet komitelerine danışman olarak çağrılmıştı. Sonra da bir o kadar ansızın nokta koymuştu bunlara. 

     Bankada altı yüz bin doları vardı ve ölen bir şehrin kalbindeki gecekondu mahallesinde yaşıyordu. 

      O dünyada –zaman içinde bu yaşantıyı başka bir dünya olarak görmeye başlamıştı– yalancılık ve sahtecilik bir yaşam biçimiydi. Kassandra  misali felaket  tellallığı yaptığı programların sponsoru, okyanusa ulaşmadan önce on bir şehre su taşıyan bir nehre günlük yarım milyon zehirli kaynar su döken bir plastik şirketiydi. Yazdığı makaleleri basan, gazetesi için her ay yarım orman kesen bir firmaydı. Onu özgür düşüncenin gerçek örneği diye teşhir edip ülkeyi yönetenler, bir ülkeyi çöle çevirip, adına utanmadan barış getirmek diyen bir avuç deliydi.

(Sayfa 117, 118)

     “ Ancak standartların kalitesini belirleyen, insanların onlara uyup uymadığıdır.”

(Sayfa 225)

İhtiyarlık geldi çattı, ben ölmeye hazırım,

Hiç bizon kalmadı ama var onlarca sığırım.

Tabutumu mezarıma taşıyacakları gün

Toprak yollar taş olacak söz verdiler daha dün,

Hop tiri-tiri-nini… 

…    

–” Boelker’ın Kamp Şarkısı,” 1873  

(Sayfa 236)

“Yo, tam olarak öyle değil.” Peg çapasına yaslanıp doğru sözcükleri aradı. “ Daha ziyade – iz bırakma isteğiyle ilgili. Daha ziyade dünya felaketlerin en beterini yağdırırken hayatta kalmaya hazırlanmak yerine dünyanın akışını değiştirecek o yegâne şeyi yapma isteği gibi.”

(Sayfa 250)

        … Gitgide çorba olan, vatana ihanet yasalarından birini ihlal etmiş olması ihtimal dahilinde değil denemezdi. Durum iyiden iyiye Britanya’nın on sekizinci yüzyıldaki durumuna benzemeye başlıyordu: Suç ne kadar muğlaksa cezası da o kadar sert olan her yeni kanun, muhakkak kongreden geçiyor ve başkanın onayını ânında alıyordu.

(Sayfa 283)

       Ancak Nancy olmayınca sanki gözlerindeki katarakt alınmıştı. Birden her şey netlik kazanmıştı: Dünyayı deliler yönetiyordu ve durdurulmaları gerekti!

(Sayfa 298)

    “Ama delirmeyi istiyor olmazsınız!” diye patladı Michael. Doğru ifadeyi aradı. “ Ömür boyu sürecek bir… bir kâbus kafası yaşamayı istiyor olamazsınız!”    “Olamaz mıyız yavrum? Nasıl da yanılıyorsun!” dedi Fritz soğuk tehlikeli bir ciddiyetle. Tehlikeli. “Dinle, Mike – çünkü anlamıyorsun ve anlamalısın. Bu ülkeden soluduğun her nefesin, içtiğin her bardak suyun, nehirde attığın her kulacın, yediğin her yemeğin seni öldürdüğün bilirken delirmemek mümkün mü sence? Hele bunun sebebini, bunu sana kimin yaptığını ve o namussuzlardan intikam alamayacağını biliyorsan.”

(Sayfa 313, 314)

…Tüm ulus teyakkuza geçmişken yayın kanallarının eski filmleri ve komedi programlarının tekrarlarını yayımlaması kimseye doğru gelmiyordu.

(Sayfa 504)

   “Teşekkür ederim, benim hasta dostlarım,” dedi Austin kameralar ona yaklaşırken. “Zehirlendiniz, hastalandınız, şimdiyse açlıktan ölüyorsunuz… Hayır şaka yapmıyorum, keşke öyle olsa. Ve hepsinden önemlsi beni duruşmaya çıkaran insanlara aptal erken de şaka yapmıyordum. 

   “ Bu, size yaptıkları en kötü şey işte: Zekânıza hasar vermek. Şimdi bunu kendilerine de yapmaları, küçük bir tesellidir anca.

   “ Bu ülkede insanların zekâlarının kirlilikle baltalandığına dair iddiaların hepsi gerçektir –öyle olmasa sizce ben, yani yanlış adam, yani Hector baberley’i kaçırmayan adam, burada olur muydum? Kim bu kadar salak olabilir?”

   Kahkaha koptu. Korkuları bastırmaya çalışan gergin bir kahkaha.

    “ İşte bundan ötürü” –tutunup ayağa dikildi– “bedeli gerek benim gerekse herkes için ne olursa olsun, eğer insan ırkı hayatta kalacaksa, bu aptal insanların icat edip zorla yaydıkları yaşam biçimine ne pahasına olursa olsun… derhal… don verilmedilir…”

   Sesi birden yükselip kükreyişe döndü.

    “Dünya gezegeni, bunu kaldıramıyor!”

(Sayfa 509, 510)

“En son ne zaman güneşin tadını çıkardınız, dostlar? En son ne zaman bir dereden su içmeye cesaret ettiniz? En son ne zaman doğruca ağaçtan elma koparıp yemeyi göze aldınız? Geçen sene doktor faturası kaça patladı? Aranızdan hanginiz filtremaske takılmayan şehirlerde yaşıyor? Hanginiz deniz çöp dolduğu için bu sene tatilini dağlarda geçirdi? Şu an hanginiz tehlikesiz de olsa bir hastalıktan mustarip değil? …”

(Sayfa 511)

=> Sayfa 512, 513

   Kahretsin, şu ikisi kör olmaya nasıl bu kadar istekli olabiliyordu? Cinnetin zehirli gazdan kaynaklandığını istemeye istemeye kabullenmişlerdi ama sırf konuyu tüm detayalarıyla aydınlığa kavuşturan Train olduğu için “ devletin suçu değildi!” diye tartışmaya hazırlardı. Zamanı geriye alıp her şeyin eskisi gibi olmasını; halkına yalan söylemiş, onları kandırmış, hatta öldürmüş dahi olsa devletin yeniden kontrolü ele geçirmesini istiyorlardı!

(Sayfa 515)

KOYUNLAR YUKARI BAKAR

Yukarı bakar aç koyunlar, çobandan medet umar,

Pislik solurken ciğerine, karnını şişirir rüzgar,

İçini çürüten illet, bulaştığı her şeye zarar

 –Milton “Lycidas”

(Sayfa 527)

=> Sayfa 532, delirten gaz hariç olan her şeyin manşetlerden alınmış olması

=> Sayfa 545, Hikâyenin Savaşı

Leave a Reply