You are currently viewing Cesur Yeni Dünyayı Ziyaret / Aldous Huxley / İthaki

Cesur Yeni Dünyayı Ziyaret / Aldous Huxley / İthaki

Çeviren: Savaş Kılıç

İlk Basım Tarihi: 1958

Önsöz

      Aklın ruhu, gerçekdışının tam da bedeni haline gelebilir. Ne kadar yalın ve akılda kalıcı olursa olsun, kısalık, eşyanın tabiatı gereği, karmaşık bir durumun bütün olgularına hakkaniyetli davranamaz. Böyle bir izleği, bir kimse ancak eleyerek ve basitleştirerek özetleyebilir. Eleme ve basitleştirme, anlamamıza yardımcı olur, ama çoğu durumda, yanlış şeyi anlamamıza; çünkü biz sadece kısaltanın dikkatle formüle ettiği nosyonları anlarız, bu nosyonların keyfi biçimde içinden çekip çıkarıldığı, sallanıp budaklanan, engin gerçekliği değil.

      Ama hayat kısadır, bilgiyse sonsuz: kimsenin her şeye zamanı yok. Pratik olarak aşırı kısa bir sunumla sunumun yokluğu arasında seçim yapmaya zorlanırız genelikle. Kısaltım kaçınılmaz bir kötülüktür ve kısaltanın görevi gereği kötü olsa da, hiç yoktan iyi olan bir şeyi en iyi biçimde yapmaktır. Basitleştirmeyi öğrenmek zorundadır, ama çarpıtacak kadar değil. Bir durumun esasları üzerine yoğunlaşmayı öğrenmek zorundadır, ama gerçekliği niteleyen yan konuları çok fazla görmezden gelmeden. Bu yolla  belki hakikati bütünlükle anlatamaz (neredeyse her konuda bütünsel hakikat kısalıkla uyuşmazlık içindedir), ama düşüncenin her zaman için tedavüldeki paraları olan tehlikeli çeyrek hakikatler ve yarım hakikatlerden çok daha fazlasını anlatır. 

(Sayfa 5)

I. Aşırı Nüfus

     Bu arada hiç denetleyemediğimiz gayrişahsi (impersonal) güçler de hepimizi Cesur Yeni Dünya tarzı kâbusa itiyor görünmektedir.; bu gayrişahsi itiş, bir azınlığın çıkarları uğruna, kitlelerin düşünce ve duygularını manipüle etmek için belli sayıda teknik geliştiren ticari ve politik örgütlerin temsilcileri tarafından bilinçli olarak hızlandırılmaktadır.

(Sayfa 10)

II. Nicelik, Nitelik, Ahlak

       Bu arada biz kendimizi çok daha rahatsız edici bir ahlaki sorunla karşı karşıya buluyoruz. Biliyoruz ki iyi amaçlar peşinde olmak, kötü araçların kullanımını haklı kılmaz. Ama ya şu, iyi araçların kötü olduğu anlaşılan sonuçları olmasına ne buyrulur?

(Sayfa 19)

III. Aşırı Örgütlenme

    Öyleyse, modern teknolojinin bizi ekonomik ve politik iktidarın tek elde toplanmasına ve (totaliter devletlerde insafsızca, demokrasilerde kibarca ve  çaktırmadan) Büyük İş ve Büyük Hükümet tarafından yönetilen bir toplumun gelişmesine  götürdüğünü görüyoruz. Ama toplumlar bireylerden oluşur ve ancak bireylere potansiyellerini fark etmekte ve mutlu, verimli bir hayat sürmekte yardımcı oldukları sürece iyidirler.

(Sayfa 22)

…Kargaşaya düzen aşılama, uyumsuzluktan uyum ve çokluktan birlik çıkarma isteği, bir tür zihinsel içgüdü, zihnin birincil ve temel dürtüsüdür.. Bilim sanat ve felsefenin alanları içerisinde “ Düzenleme İsteği” diyebileceğim çalışmalar esas olarak yararlıdır… Düzenleme isteğinin gerçekten tehlikeli olduğu alan , toplumsal alan, politika ve ekonominin dünyasıdır.   

(Sayfa 24)

    Aşırı örgütlenmenin gayrişahsileştirici etkileri aşırı nüfusun gayriinsanileştirici etkileriyle pekiştirilir. Endüstri genişledikçe, artan insan sayısının gitgide daha büyük bir kısmını büyük şehirlere çekmektedir. Ama büyük şehirlerdeki hayat, zihinsel sağlığa yararlı değildir; gerçek bir demokrasinin ilk şartı olan, küçük özyönetimli gruplar içindeki sorumlu özgürlüğün gelişmesine de yardımcı olmaz. Şehir hayatı anonimdir  ve , adeta, soyuttur. İnsanlar, eksiksiz kişilikler olarak değil,ekonomik işlevlerin cisimlenişleri olarak ya da işte olmadıkları zamanlarda sorumsuz eğlence avcıları olarak birbiriyle ilişki kurarlar. Bu tür hayata boyun eğmiş, bireyler kendilerini yalnız ve önemsiz hissetmeye meylederler. Varoluşları önem ve anlam taşımaz olur. 

    Biyolojik dille ifade edecek olursak, insan orta derecede sokulgan, ama bütünüyle sosyal diyemeyeceğimiz bir hayvan – arı veya karıncadan çok , kurt veya fil gibi bir yaratıktır. Kökensel biçimleriyle insan toplumları arı kovanına ya da karınca yığınına benzemezdi; bir sürüydü … Söylemek bile gereksiz, ideal hiçbir zaman aslında gerçekşeştirilemez. Sosyal böceklerle fazla sokulgan olmayan, büyük beyinli memeliyi büyük bir uçurum ayırır; her ne kadar memeli elinden geleni yapsa da, uçurum kalır. Ne kadar sıkı çalışırsa çalışsınlar, insanlar sosyal bir organizma yaratamazlar, ancak bir örgütlenme (organizasyon) yaratabilirler. Bir organizma yaratmaya çalışma süreci içinde, sadece totaliter bir despotizm yaratacaklardır.

(Sayfa 25)

  … Yarının daha verimli diktatörlüklerinde, belki de Hitler’le Stalin yönetimindekinden çok daha az şiddet olacaktır. Gelecekteki diktatörün uyrukları, iyi eğitim almış bir Toplum Mühendisleri ordusunca, ağrısız acısız, denetim altında tutulacaktır. “Zamanımızda toplum mühendisliğinin iddiası,” dye yazıyor bu yeni bilimin coşkulu bir savunucusu, “teknik mühendisliğin elli yıl önceki iddiası gibidir. Eper yirminci yüzyılın ilk yarısı teknik mühendisliğin çağı idiyse, ikinci yarısı pekâla toplum mühendislerini çağı olabilir.” – yirmi birinci yüzyıl da, bence, Dünya Denetçileri’nin, bilimsel kast sistemi ve Cesur Yeni Dünya’nın çağı olacaktır.  – Gözleyenleri kim gözleyecek, mühendislerin mühendisliğini kim yapacak? – sorusunun cevabı, onların denetime ihtiyaçları olmadığı yolunda kibar bir yadsımadır. Sosyolojide doktora yapmış olan bazı kimseler arasında, sosyoloji doktorlarının iktidar tarafından yozlaştırılamayacağı yolunda dokunaklı bir inanç var. Sir Galahad gibi onların güçleri de on kişinin gücüne denktir, çünkü onlar biliminsanlarıdır ve altı bin saat toplumsal incelemeyle uğraşmışlardır. 

     Heyhat, daha yüksek eğitim illa ki daha yüksek erdemin ya da daha yüksek politik bilgeliğin garantisi değildir. Ve bu ahlaki ve psikolojik gerekçeli kaygılara saf bilimsel karaktere ilişkin kaygılar da eklenmelidir. Toplum mühendislerinin kendi pratiklerini dayandırdıkları ve insan manipülasyonunu meşrulaştırdığı teorileri kabul edebilir miyiz? Örneğin, Profesör Elton Mayo bize kategorik biçimde, “İnsanın işte arkadaşlarıyla sürekli birlikte olma arzusu, şayet en güçlü değilse, güçlü bir insan karakteristiğidir,” diyor. Bu, bana kalırsa, açıkça gerçekdışıdır. Bazı insanlar Mayo’nun tarif ettiği arzuya sahiptir, bazıları değildir. Bu bir mizaç ve kalıtsal bünye meselesidir. “İnsan”ın ( kim olursa olsun bu “ insan”) sürekli arkadaşlarıyla birlikte olmayı istediği kabulüne dayalı her toplumsal örgütlenme, birçok erkek ve kadın için bir Prokrustes yatağı olacaktır. Ancak kısaltılıp uzatılarak ona uyumlu hale getirilebilirler.

(Sayfa 29)

(Prokrustes: Yunan Mitolojisinde, kendisine konuk olan yolcuların boylarını yatağa uydurmak için kol ve bacaklarını çekip uzatan ya da kırıp kısaltan sadist ruhlu dev.)

IV. Demokratik Toplumda Propaganda

    “Eğer bir ulus hem cahilse hem de özgür olmayı umuyorsa,” diyordu Jefferson, “hiç olmayan ve olmayacak bir şeyi ummaktadır… Bilgisiz halk güvende olmaz. Basın özgür olduğu, her insanın okuyabildiği yerde, herkes güvendedir.” … Jefferson iyimser olduğu denli gerçekçiydi. Acı deneyimle biliyordu ki, basının özgürlüğü utanç verici biçimde kötüye de kullanılabilirdi. “ Gazetede” demişti “ görülen hiçbir şeye artık inanılamaz.” Yine de ısrarla şöyle diyecekti: “ Doğruluğun sınırları içinde, basın soylu bir kurumdur, bilimin ve sivil özgürlüğün eşit ölçüde dostudur.” Tek kelimeyle, kitle iletişimi ne iyi, ne de kötüdür; sadece bir güçtür, tüm diğer güçler gibi, iyiye de kullanılabilir, kötüye de. Bir şekilde kullanıldıklarında,basın, radyo ve sinema demokrasinin hayatta kalabilmesi için zorunludur. Öbür şekilde kullanıldıklarında diktatörlüğün cephaneliğindeki en güçlü silahlardır.

(Sayfa 35)

      Propaganda konusunda, evrensel okuryazarlık ve basının geçmişteki savunucuları sadece iki olasılık görmüşlerdir: Propaganda doğru ya da yanlış olabilir. Hepsinden çok bizim Batılı kapitalist demokrasilerimizde gerçekte meydana geleni önceden görememişlerdir – esas olarak ne doğru ne de yanlışla ilgilenen, gerçekdışıyla, büsbütün gereksiz olanla ilgilenen, muazzam bir kitle iletişimi endüstrisinin gelişmesini. tek kelimeyle, insanın neredeyse sonsuz olan eğlence oyalanma açlığını hesaba karma noktasında hata yaptılar.

  (Sayfa 36)

       Dinin öteki dünyası, eğlencenin öteki dünyasından farklıdır; ama en açık biçimde “ bu dünyaya ilişkin olmama konusunda birbirlerine benzerler, ikisi de oyalanmadır ve çok uzun süre yaşanırlarsa ikisi de, Marks’ın deyişiyle, “halkın afyonu”, dolayısıyla da özgürlük için tehdit oluşturabilir. Sadece temkinli olanlar özgürlüklerini koruyabilir; sadece sürekli ve zekice bulunmaları gereken yerde olanlar, kendilerini demokratik yollarla etkili biçimde yönetmeyi umut edebilirler. Üyelerin çoğu, zamanlarının büyük kısmını yerinde, burada ve şimdi, hesaplanabilir gelecekte değil, başka bir yerde, spor ve pembe dizilerin, mitoloji ve metafizik düşlemin gereksiz öteki dünyalarında geçiren bir toplum, kendisini kontrol ve manipüle edenlerin sınır ihlaline direnmekte zorlanacaktır.

(Sayfa 37)

V. Diktatörlükte Propaganda

     Hitlerden bu yana geleceğin diktatörlerinin emrindeki teknik aygıtlar cephaneliği bir hayli genişledi. Radyo, hoparlör, kamera ve döner-baskının yanı sıra, günümüzün propagandacısı televizyonu kullanarak müşterisinin sesini olduğu kadarıyla görüntüsünü de yayabilir ve ses ve görüntüyü manyetik bandın makaralarına kaydedebilir. Teknolojik ilerleme sayesinde, Büyük Birader artık neredeyse Tanrı kadar her yerde hazır ve nazır olabiliyor.

(Sayfa 39)

(Hitlerin düşünceleri )“Yeryüzünde en büyük devrimleri meydana getiren bu itici güç hiçbir zaman kitleler üzerinde güç kazanmış bir bilimsel öğretiler bütünü olmamış, her zaman için onlara esin veren bir bağlılık ve çoğu zaman onları eyleme geçiren bir tür isteri olmuştur. Kim kitlelere galebe çalmak isterse , onların kalplerinin kapısını çalan anahtarı bilmek zorundadır” – Freud sonrası jargonla, bilinçdışının kapısını. 

(Sayfa 41)

VI. Satış Sanatları

      Uysal yaklaşım, sözel ya da fiziksel şiddetle yaklaşımdan daha az heyecan vericidir. Uzun vadede öfke ve nefret kendini mağlup eden duygulardır. Ama kısa vadede psikolojik, hatta (büyük miktarda adrenalin ve noradrenalin salıverdikleri için) fizyolojik tatmin şeklinde yüksek kâr  payı verirler. İnsanlar zorbalara karşı bir önyargıyla hayata başlayabilirler; ama zorbalar ya da zorba adayları onları düşmanlarının –özellikle zulmedebilecek kadar zayıf düşmanlarının– günahkârlığı hakkında adrenalin salgılatan bir propagandaya tabi tuttuklarında, coşkuyla peşinden gitmeye hazırdırlar.

(Sayfa 48)

   Neredeyse hepimiz barış ve özgürlüğü özleriz; ama pek azımız barış ve özgürlük getiren düşüncelere, duygu ve eylemlere karşı içimizde coşku taşırız. Tersinden alırsak, neredeyse hiç kimse savaş ve zorbalığı arzulamaz; ama çok sayıda insan; savaş ve zorbalık getiren düşüncelerde,duygular ve eylemlerde bir haz bulur.

(Sayfa 48, 49)

 … “ Savaştan önce Rus balesinin en iyi günlerinde St. Petersburg’da altı yıl geçirdim,” diye yazar Sir Neville Henderson, Hitler Almanyasındaki İngiliz elçisi, “ ama görkemli güzellik bakımından Nuremberg mitingi ile kıyaslanabilir hiçbir bale görmedim.” İnsan Keats’i hatırlıyor: “Güzellik hakikattir, hakikat güzellik.” Heyhat ki, özdeşlik ancak bir sonraki kertede, gündeliğin üstünde bir düzeyde var. Politika ve teoloji düzeyinde güzellik, saçmalık ve zorbalıkla uyumludur, iyi ki de öyle;çünkü eğer saçmalık ve zorbalıkla uyumlu olmasaydı, dünyada değerli çok az sayıda sanat eseri olurdu. Resim, heykel ve mimarinin başyapıtları dinsel ya da politik propaganda olarak, bir ilahın, hükümet ya da ruhban sınıfının daha yüce şanı için üretilmiştir. Ama kralların ve rahiplerin çoğu zorbaydı ve tüm dinler batıl inançlarla delik deşikti. Deha zorbalığın uşağıydı ve sanat yerel inancın meziyetlerinin çığırtkanlığını yapıyordu. Zaman, iyi sanatı kötü metafizikten ayırır. Bu ayrımı, her şey olup bittikten sonra değil, gerçekleşirken yapmayı öğrenebilir miyiz? İşte mesele bu?

(sayfa 51)

=> Sayfa 52 , televizyon yemi

Özyönetim ise sayılarla ters orantılıdır. Seçmen topluluğu büyüdükçe, her bir oyun değeri düşer. Milyonlarcasından biri olduğunda, birey seçmen kendisini âciz, görmezden gelinebilir bir nicelik gibi hisseder. Oy verdiği adaylar ise uzakta, iktidar piramidinin tepesindedir. Teorik olarak halkın hizmetkârıdırr; ama aslında emirleri verenler hizmetkârlardır ve büyük piramidin n aşağısındaki hak da itaat etmesi gerekendir. … Modern dünyada 

(Sayfa 53)

VII. Beyin Yıkama

… Modern savaş koşullarında, az çok sürekli baskı altında, yaklaşık otuz gün sonra, çoğu insan dayanıklılık sınırına ulaşmaktadır. Ortalamanın üzerinde duyarlı olanlar kırk beş, hatta elli gün direnirler, ister güçlü olsun ister zayıf, hepsi eninde sonunda pes eder. Yani akıl sağlığı yerinde olanların hepsi. Çünkü ironik biçimde, modern savaşın baskısı altında süresiz ayakta durabilenler, ruh hastalarıdır. Bireysel akıl bozukluğu, toplu akıl bozukluğunun sonuçlarına karşı bağışıktır.

(Sayfa 57)

VII. Kimyasal İkna

Sayfa 70, 71, soma, diktatörlerin uyuşturucuları, sakinleştiricileri nasıl kullanabileceği

…Gerilimin fazlası hastalıktır, azı da öyle. gergin olmamız gereken zamanlar, aşırı bir sükûnetin( özellikle de bir kimyasal tarafından dışarıdan empoze edilen bir sükûnetin) tamamen uygunsuz olduğu zamanlar vardır.

(Sayfa 70)

IX. Bilinçdışı İkna

   Katışıksız bilim sonsuza dek katışıksız bilim olarak kalmaz. Er geç uygulamalı bilime ve en sonuda teknolojiye dönüşme eğilimindedir.  Teori endüstriyel pratiğe dönüşür, bilgi güç halini alır ve formüllerle labortuvar deneyleri bir başkalaşım geçirip hidrojen bombası olarak ortaya çıkar

(Sayfa 74)

=> Sayfa 74, 75, subliminal mesaj

X. Hipnopedya

=> Sayfa 87, Aşırı telkin edilebilirlik

XI.  Özgürlük İçin Eğitim

    Ancak teoride bireyin katkıları  sofora yakın görünür; pratikte en önemli katkılardır. Dünyadaki bir iş bittiğinde işi bilfiil bitiren kimdir? Algılamayı gerçekleştiren gözlerle kulaklar kimin, düşünen kortes kimindir; güdüleyen duygular, engelleri aşan irade kime aittir? Tabi ki toplumsal çevreye değil; çünkü grup bir organizma değildir, sadece bilinçsiz kör bir örgütlenmedir. Bir toplumun içinde yapılan her şey bireyler tarafından yapılır. Bu bireyler, elbette ki, yerel kültür, tabular ve ahlâk kuralları, bir sözlü edebiyat ve yazılı edebiyat bütünü içinde korunan, geçmişten gelen bilgiler ve yanlış bilgilerden derinlemesine etkilenirler, ama her birey toplumdan ne alırsa (daha doğrusu, gruplar halinde toplanan diğer bireylerden veya ölmüş, canlı diğer bireylerin doldurduğu simgesel plaklardan ne alırsa) kendisi tarafından kendi biricik tarzında –başkasının değil, kendi fizik ve mizacıyla– kullanılacaktır. Ne kadar kapsamlı olursa olsun, hiçbir bilimsel açıklama bu apaçık olguları tevil edemez.

(Sayfa 93,94)

… Hedefe ulaşmak için, elleri altındaki tüm zihin manipülasyonu tekniklerini (engellenmedikleri takdirde) kullanacak ve bu akıldışı ikna yöntemlerini fiziksel şiddet tehditleri ve ekonomik baskıyla pekiştirmekte tereddüt etmeyeceklerdir. Eğer bu zorbalıktan kaçınmak istiyorsak hiç vakit kaybetmeden kendimizi ve çocuklarımızı özgürlük ve özyönetim için eğitmeye başlamalıyız.

      Özgürlük için bu türden bir eğitim, daha önce dediğim gibi, her şeyden önce olgular ve değerlerin eğitimidir – bireysel ayrılıkla genetik biricilik olgularının ve bu olguların kaçınılmaz ahlaki sonuçları olan özgürlük, hoşgörü ve karşılıklı yardımseverlik değerlerinin. Ama ne yazık ki, doğru bilgi ve sağlam ilkeler yeterli değildir. Heyecan vermeyen bir hakikat, heyecanlandıran bir yalanın gölgesinde kalabilir. tutkuya hünerle başvurmak, genellikle en iyi iradeler için bile fazlasıyla çetindir. Yanlış ve zararlı propagandanın etkileri, ancak propaganda tekniklerini tahlil etme ve safsatalarının içyüzünü görebilme sanatında sıkı bir eğitim ile giderilebilir.

(Sayfa 96, 97)

XII. Ne Yapılabilir?

… Psikolojik baskının doğası öyledir ki,  sınırlamalar dahilinde hareket edenler, kendi inisiyatifiyle hareket ediyorlarmış izlenimini korurlar. Zihin manipülasyonunun kurbanı, kurban olduğunu bilmez. Hapishanesinin duvarları ona görünmez. Özgür olmadığının ancak diğer insanlar farkındadır. Köleliği bütünüyle nesneldir.

(Sayfa 102)

… Hızlanan aşırı nüfus büyümesi ve artan aşırı örgütlenmenin acımasız itişi etkisinde ve her zamankinden çok daha etkili zihin manipülasyonu yöntemleri sayesinde, demokrasiler karakterlerini değiştireceklerdir; eski, tuhaf biçimler –seçimler, parlamentolar, Yüksek Mahkemeler ve geriye kalanların hepsi– kalacaktır. Altında yatan töz ise, yeni türden şiddetsiz bir totalitarizm olacaktır. Bütün gelenekselleşmiş adlar, bütün kutsanmış sloganlar aynen o eski güzel günlerde oldukları gibi kalacaklardır. Demokrasi ve özgürlük her yayın ve yazının teması olacaktır. Bu arada yöneten oligarşi ve onun iyi eğitilmiş askerler, polisler, düşünce üreticileri ve zihin manipülatörleri eliti, gösteriyi uygun gördükleri gibi sessiz sedasız yürütecekler.

(Sayfa 103)

     Bu arada hâlâ dünya üzerinde özgürlük kalmış durumda. Çoğu genç insan, doğrudur, özgürlüğe değer vermiyor gibi. Ama içimizden bazıları hâlâ özgürlük olmadan insanların tam olarak insan olamayacağına, dolayısıyla da özgürlüğün sonsuz değerli olduğuna inanmaktadır. Belki de özgürlüğü şu anda tehdit eden güçler uzun süre direnemeyecek  kadar güçlüdür. Yine de onlara direnmek için elimizden geleni yapmak görevimiz.

(Sayfa 110)

Leave a Reply