You are currently viewing Tehlikeli Görüler / edt. Harlan Ellison / İthaki

Tehlikeli Görüler / edt. Harlan Ellison / İthaki

İlk Basım Tarihi: 1967

Çeviren: Begüm Kovulmaz, Cihan Karamancı, Doğa Özışık, Dost Körpe, Elif Ersavcı, Fuat Sevimay, Güçsal Pusar, Merve Çay, Ömer Ezer, Sanem Erdem, Selin Kurugül, Sevda Deniz Karali, Su Akaydın, Taylan Taftaf

    Bazen bunu bir tür inanmazlıkla hatırlıyorum. Bilimkurgu kaçış edebiyatıydı. Biz kaçıyorduk. Sokak beyzbolu, ev ödevi, ve yumruk yumruğa kavgalar gibi gerçekçi sorunlardan uzaklaşıyorduk sırf nüfus patlamaları, roket gemileri, Ay keşifleri, atom bombaları, radyasyon hastalığı ve kirli atmosferden oluşan bir masal  âlemine girmek için.      Şahane değil mi? Biz genç kaçakların hakettiğimiz ödülü alma şeklimiz ne kadar hoş değil mi? Günümüzün tüm büyük, akıllara durgunluk veren, umutsuz sorunları için herkesten tam yirmi yıl önce endişeleniyorduk. Buna kaçış denir mi? 

(Sayfa 23, Isaac Asimov, 1. Önsöz: İkinci Devrim)

=> Sayfa 59 ilk cümleler yazarlara verilen izinler ve Robert Silverberg’in onlardan farkı.

      “ İnsanlığın büyük kısmıyla paylaştığı bir başka duygu daha var. Hayatını berbat ettiğini ya da ettiklerini biliyor. Aklı başında her erkek ve kadın bilir bunu. Züppe bir ahmak bile bunu, tam farkında olmasa da algılar. Ama bir bebek, o güzel varlık, o karalanmamış boş sayfa, şekil almamış melek, yeni bir umudun temsilidir. Belki o berbat olmayacak, Belki de sağlıklı, kendine güvenen, mantıklı, duyarlı, bencil olmayan, sevgi dolu bir erkek ya da kadın olarak büyüyecek. ‘Bana ya da kapı komşuma benzemeyecek,’ diye yeminler ediyor, gururlu ama  endişeli ebeveyn.

(Sayfa 113, Mor Yakalı Uy’anmanın Okyanusvarileri veya Tıka Basa, Philip Jose Farmer)

    “Kendi kendilerini ormanda sürgün edenler dışında artık hiçbir yerde Yiyecekler ve mallar Pandoralara yüklenip mor uyanmanın alıcılarına dağıtılıyor. Mor Yakalı Uy’anma. Kraliyeti ve kutsal hakları çağrıştıran, Madison caddesi edebi kelamı. Kazanmak için doğmak yeter. 

     “Diğer çağlar, bizimkinin diğerlerinde olmayan kimi yararları olsa da, bizimkini çılgınlık olarak görecek. Gelip geçicilik ve köksüzlükle savaşmak için megakent küçük topluluklara bölünmüştür. İnsan tüm hayatını tek bir yerde, ihtiyaçları için başka yere gitmeksizin geçirebilir. Bu sayede memleketçilik, taşra yurtseverliği ve yabancılara düşmanlık gelişmiştir. Sonra gelsin kasabalar arası kanlı gençlik çete savaşları. Yoğun dedikodular ve kısırdöngü. Uyumda ısrar yerel değerleri artırıyor.

(Sayfa 115, Mor Yakalı Uy’anmanın Okyanusvarileri veya Tıka Basa, Philip Jose Farmer)

  ‘İnsani’ tıp bilimi –Doğa gereği– aslında ölmesi gereken bebekleri yaşatıyor. 20. yüzyıldan bu yana kusurlu genleri olan insanların ölümü engelleniyor. Dolayısıyla bu tür genler de hızla ve sürekli yayılıyor. Trajik olan ise bilimin artık kusurlu genleri daha yumurta ve döl aşamasında tespit edip düzeltebilmesi. Teorik olarak tüm insanlar, mutlak sağlıklı bedenlerle ve fiziken mükemmel beyinlerle kutsanabilirler. Ama sorun şu ki doğum yaptıracak yeterli sayıda doktor ve donanıma sahip değiliz. Sürekli düşen doğum oranına rağmen durum bu. 

    Tıp bilimi insanları öyle uzun yaşatıyor ki bunaklık tavan yapıyor. Bu sebeple, gitgide daha fazla salyalı insan sağda solda çöküp kalıyor. Dahası, beyinleri pelte olanların sayısı da hızla artmakta. Onların çoğunu “normal”e döndürecek terapi ve ilaç var ancak yeterli sayıda doktor ve donanım yok. Belki günün birinde olabilir ama bunu şu andaki talihsiz duruma yararı dokunmaz.

(Sayfa 155, Mor Yakalı Uy’anmanın Okyanusvarileri veya Tıka Basa, Philip Jose Farmer)

=> Sayfa 165 3. 4. paragraf  yaz

    Ama son sekiz yılda gezegene dair meselelere daha derinden ve kaygıyla ilgilenmeye başladım. Nüfus patlaması, doğum kontrolü, Doğa Ana’nın ırzına geçilmesi, insan ve hayvan “hakları” , uluslararası anlaşmazlıklar ve özellikle de akıl sağlığı gibi. Uzayı keşfettiğimizi görmek isterdim ama şart da değil. ABD parasını (paramı) uzay roketlerine harcamak istiyorsa, tamam. Uzay projelerinin günün birinde bugünkü masraflarını fazlasıyla karşılayacağının farkındayım. Yolu açan teknik buluşlar, kazara keşifler ve hava durumunun kontrolü gibi şeyler, tüm bu çaba ve harcanan zamanı değerli kılacak. Böyle düşünmeyi seviyorum. 

      Ama insanları eğri doğru, mistik ya da realist yapanın ne olduğunu bulacak araştırmalara, en azından eşit miktarda para harcayalım. İki farklı proje arasında birinden vazgeçmemizi gerektirecek bir seçim yapılacaksa, uzay projesini boş verin. Bu vatan hainliğiyse, varsın olsun. İnsanlar roketlerden daha önemlidir; atmosferimizin ötesinde var olan Doğa’yla hiçbir zaman uyumlu olmayacağız; dünyanın Doğasıyla uyumlu olma konusunda bile hayli acemiyiz.

(Sayfa 165, 166, Mor Yakalı Uy’anmanın Okyanusvarileri veya Tıka Basa Sonsiz’den, Philip Jose Farmer)

=> Sayfa 191 – 197 arası Juliette İçin Bir Oyuncak

  İnançtan bahsetmiştim. kendini kasten saklayan biri olmadığından inançları da –düzyazılarında ve bireysel hitaplarında– son derece sesli ve açıkça belli  eder kendini. Yarı baş belası yarı saf ego olan Ellison, bu özellikleri bir askerde, bir siyasetçide ya da şirket yöneticisinde takdire şayan bulan ama nedense yaratıcı bir sanatçıda küçük düşürücü olduğunu düşünmekte ısrar edenler tarafından çokça eleştirilmiştir. Ellison bu mücadelelerden sağ çıkmayı başardı; doğal ortamı kaynar su olan bildiğim tek canlı organizma kendisi.

(Sayfa 200, Dünyanı  Sınırındaki Şehrin Kuytularında Gezen Adam için Robert Bloch’un yazdığı önsözden)

…(Bir yazarın, adını kitaplara bastıran biri olduğunu düşünenlere hemen söyleyeyim: o, bir “eser sahibi”dir. Bir “yazar” ise aklına gelen her başıboş düşünceyi kâğıda dökmekten kendini alamayan bahtsız bir şeytandır. Ben bir yazarım. Yazıyorum. Yaptığım şey bu. Fazlaca yapıyorum bunu hatta. )…

(Sayfa 229, Dünyanın Sınırındaki Şehirde Gezen Adam için Sonsöz , Harlan Ellison)

=> Sayfa 231 Harlan yazmak Jack hikayesi yaz

    Bunca zamandır, diye düşündü. Su kaynağımızda halüsinojenler var. Yıllardır. Onlarca yıldır. Ve savaş zamanında değil, barış zamanında. Düşman kampında değil, burada, kendi kampımızda. Şerefsiz piçler, dedi kendi kendine. belki de bunu kullanmalıyım; belki de o adamın ya da şeyin ne olduğunu bulmalı ve Tanya’nın grubuna haber vermeliyim. 

     Alacağım, diye karar verdi. Meraklanmıştı.

     Bunun kötü bir duygu olduğunu biliyordu. Merak etmek, hele ki Parti faaliyetlerinde, kariyer açısından genellikle ölümcül bir durumdu. 

(Sayfa 292, Babalarımızın İnancı, Philip K. Dick )

Korkunçtu; korkunçluğuyla onu mahvetti. Hareket ettikçe sırayla herkesten içindeki yaşamı çekip alıyordu; toplanan insanları yiyor, geçiyor, tekrar yiyor, sonsuz bir iştahla daha çok yiyordu. Nefret ediyordu; nefretini hissetti. Tiksiniyordu; orada bulunan herkese karşı duyduğu tiksintiyi – aslında onun tiksintisini paylaşıyordu. Bir anda o ve büyük villadaki diğer herkes birer sümüklüböceğe dönüştü ve yaratık yere düşmüş sümüklüböcek leşlerinin tadını çıkarıyordu, oyalanıyordu, ama bu arada ona doğru geliyordu dosdoğru – yoksa bu bir yanılsama mıydı? Eğer bu bir halüsinasyonsa, diye düşündü Chien, şimdiye kadar yaşadıklarımın en kötüsü; eğer değilse, şeytani bir gerçeklik bu; öldüren, yaralayan şeytani bir şey. Arkasında ezilmiş, parçalanmış erkek ve kadın kalıntılarını gördü; onların yeniden bir araya gelmeye, sakat bedenlerini çalıştırmaya çalıştıklarını gördü; konuşmaya çalıştıklarını duydu.

     Kim olduğunu biliyorum, diye düşündü Tung Chien. Sen, dünya çapındaki parti oluşumunun yüce lideri. Sen, dokunduğun her canlı nesneyi yok eden; o Arapça şiiri görüyorum, hayatın çiçeklerini yemek için arayışını –  seni, senin için Dünya olan ovanın üzerine binmiş görüyorum, tepesiz, vadisiz ova. Her yere gidiyorsun, her an ortaya çıkıyorsun, her şeyi yutuyorsun; yaşamı tasarlıyor ve sonra onu hapır hupur yiyorsun ve bundan zevk alıyorsun. 

     Sen Tanrısın, dedi.

(Sayfa 295, Babalarımızın İnancı, Philip K. Dick)

     “Herkesi seçtim,” dedi Hiç kimse çok küçük değil; her biri düşüyor ve ben izlemek için oradayım. İzlemekten başka bir şey yapmama gerek yok; bu  otomatik; bu şekilde ayarlandı her şey. “ Ve sonra onunla konuşmayı kesti; kendini ayırdı. Ama yine de onu gördü; hissetti çok yönlü varlığını. Odanın içinde asılı duran bir küreydi bu, elli bin gözlü, bir milyon gözlü, milyarlarca gözlü: Her canlı için bir göz, her canlının düşmesini bekliyor, sonra da kırık bir hâlde yatan canlının üzerine basıyordu. Bu yüzden yaratmıştı o şeyleri ve o biliyordu; anlıyordu. Arapça şiirde ölüm gibi görünen şey ölüm değil, tanrıydı; Daha doğrusu ölümdü Tanrı , tek bir güç, tek bir avcı, tek bir yamyamdı ve tekrar tekrar ıskalıyordu ama sonsuzluk onun olduğu için göze alabilirdi bu ıskalamayı. İki şiir de, diye anladı: Dryden’ınki de. Saçma gösteri; bu bizim dünyamız ve bunu sen yapıyorsun. Bu şekli alması için onu eğip büküyorsun; bizi eğip büküyorsun.

(Sayfa 296, Babalarımızın İnancı, Philip K. Dick)

=> Sayfa 300, 301 Tanrı ile ilgili Tanya ve Chien in konuşmaları

=> Sayfa 307 – 319 Yapboz Adam Larry Niven Organ nakli ile idam arasındaki ilişki, organ nakli şu anda da kalp pilinden daha kolay bir uygulama mı, bence değil

=> Sayfa 359 – 372 Lord Randy, Oğlum  Joe L. Hensley Bir mesih anlatısı sanırım. Ama çok tuhaf, yazışını beğendim

=>  Sayfa 387, dipnot : Yggdrasill, İskandinav mitolojisinde önemli rol oynayan, dokuz diyarı birbirine bağladığına inanılan devasa mitolojik ağaçtır.  Evrenin merkezinde bulunduğuna inanılır. 

… Fakat bu gece… sana acıyorum zavallı ırzına geçilmiş Dünya. Tez zamanda ölmeni mi dilemeliyim –ki muhtemelen böyle olacak– yoksa bir gün torunlarının, bizim bir asır önce başardığımız noktaya gelebilmek için mücadele  etmesini mi ummalıyım bilemiyorum.

(Sayfa 388, Eutopia, Poul Anderson)

  Emvik ve Varady’deki sert, cömert, arkadaşlıklarını devam ettirmek isteyeceği insanların anısı bir süre içini kemirdi. Fakat onu da bir kenara kaldırdı. Başka dünyalar vardı, hem de sonsuz sayıda.

(Sayfa 394, Eutopia, Poul Anderson) 

ya bu gezginlere güven olmaz ya, gezgin ruhlara da

… Ama galiba hayat da bir taviz sayılır; öncesindeki uzun uyku ve sonrasındaki daha uzun uyku arasında, itiş kakışla dolu küçük bir drama… 

(Sayfa 414, Kaçış için Sonsöz, David R. Bunch)

=> Sayfa 427, Cumae’li Sybil’in hikayesi , Bebek Evi, James Cross 

    Çoğu romanımın ve hikâyemin para, seks, ve statüyü konu aldığını görüyorum. Bu hikâye özellikle para ve insanların onunla değiş tokuşa hazır olduğu çeşitli semboller hakkında; kolay para kazanmayı ve sonsuz tehlikeli görüyü ele alıyor – bir yerlerde, köşeyi döner dönmez, başka bir ülkede, başka bir zamanda, başka bir boyutta paraya kavuşmanın kusursuz bir yolu olduğuna dair inancı.

(Sayfa 441, Bebek Evi için Sonsöz, James Cross)

=> Sayfa 551 – 571 Mutlu Tür John T. Sladek 

… Freud’un Uygarlığın Hoşnutsuzluğu’nda belirttiği gibi , herhangi bir aletin kullanımı özgürlüğün kaybı anlamına gelir. İnsan balta kullanmaya başladığında dört ayak üzerinde dolaşma veya tırmanma özgürlüğünü yitirdi ama daha da önemlisi, balta kullanmama özgürlüğünü yitirdi. Şimdi de bilgisayarsız yaşama özgürlüğümüzü kaybettik ve mesele artık üzerimizde kontrol kurmalarına izin verme meselesi değil, ne kadar ve ne tür bir kontrol kurmalarına ne kadar çabuk izin vereceğimiz meselesidir.

(Sayfa 573, Mutlu Tür için Sonsöz, John T. Sladek)

     … İnsanın en büyük sınavı kendine hâkim olmasıdır.

    Bu sınavdan şu âna kadar geçtiğimiz söylenemez.

(Sayfa 671, Tahribat Testi, Keith Laumer)

Leave a Reply